UYARI

UYARI
Türk Ceza Kanununun 226. maddesi uyarınca 18 yaşından küçüklerin bu siteyi gezmeleri Yasaktır. 18 yaşından küçük iseniz derhal siteyi terkedin 18 yaşından küçük olan kişilerin bu siteye girmesini önlemek için, internet ortamında veya bilgisayar satış mağazalarında satışı gerçekleşen “AİLE KORUMA PROGRAMI” satın alabilir ve bilgisayarınıza bu programı kurarak, sitemize girişi engelleyebilirsiniz.

EŞCİNSELLİK

Eşcinsellik

 

Eşcinsellik veya homoseksüellik, aynı cins veya cinsiyetteki insanlar arasındaki romantik, cinsel çekim ya da cinsel davranıştır. Eşcinsellik, bir yönelim olarak “kişiyi ağırlıklı olarak ya da tümüyle kendisiyle aynı cinsiyette olan kişilere karşı romantik ya da cinsel çekim yaşamaya yönlendiren kalıcı kişisel nitelik” olarak ifade edilir. Aynı zamanda kişiyi bu çekimlere dayanan, davranışlarla ilişkili kimlik hissi ve bu çekimleri paylaşan diğer kişilerden oluşan topluluğa olan üyeliğini de tanımlar.[1][2]
Homoseksüellik, heteroseksüellik ve biseksüellikle birlikte heteroseksüel-eşcinsel spektrumundaki üç ana cinsel yönelimden biridir.[1] İnsanların neden özel bir cinsel yönelim geliştirdiği konusunda bilim adamlarının ortak bir görüşü yoktur.[1] Cinsel yönelimin kökeni konusunda genetik faktörler, erken rahim ortamı ya da ikisinin kombinasyonuna işaret eden biyolojik teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir.[3][4] Ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin cinsel yönelimi etkilediğine dair güçlü bir kanıt yoktur.[4] Bazıları eşcinsel aktivitenin doğaya aykırı ya da fonksiyonel bir bozukluk olduğu görüşündedir[5][6] ama araştırmalar eşcinselliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğunu, negatif psikolojik etkilerinin bir kaynağı olmadığını göstermektedir.[1][7] Çoğu insan kendi cinsel yönelimlerinde çok az tercih hissi deneyimler ya da hiç deneyimlemez.[1] Cinsel yönelimi değiştirmeyi amaçlayan psikolojik müdahalelerin işe yaradığını destekleyen yeterli kanıt yoktur.[8]
Eşcinselleri tanımlamak için[9] çok çeşitli kavramlar kullanılır. Kadın eşcinselleri tanımlamak için 1800'lü yıllardan beri kullanılan "lezbiyen" sözcüğünü karşılamak için Fransızca kökenli "gey" (Türkçe: gey veya gay, Fransızca: gai, İngilizce: gay) sözcüğü, 1960'larda önceleri sadece erkek eşcinselleri tanımlamak için[10] kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla tüm eşcinseller için kullanılır hale gelmiştir.[11] Eşcinsellere cinsel yönelimlerinden dolayı uygulanan fiziksel ve sözlü şiddet, "Eşcinsel" anlamına gelen argo tabirleri hakaret ya da aşağılama amaçlı kullanmak, birçok gelişmiş ülkede nefret suçu kapsamına girer ve cezai yaptırımla karşılaşılabilir.
Gay veya lezbiyen kimlikli ve eşcinsel deneyim yaşayan kişilerin sayısını ölçmek araştırmacılar için çeşitli nedenlerden dolayı zordur. Bu nedenlerin arasında eşcinsel kişilerin homofobik ve heteroseksist ayrımcılık yüzünden kimliklerini açık olarak belli etmemeleri de yer almaktadır.[12] Eşcinsel davranışlar aynı zamanda birçok hayvan türünde gözlenmiştir.[13][14][15][16][17]
Sadece nüfus sayımları ve politik şartlar görünürlüklerini kolaylaştırmasına rağmen birçok gay ve lezbiyen ciddi birliktelikler kurmaktadır.[18][19][20][21][22][23][24][25][26][27] İlişkideki tarafların kendi psikolojik algılayışları açısından bu tür ilişkiler ile heteroseksüel ilişkiler arasında hiçbir fark yoktur.[28] Kaydedilmiş tarih boyunca eşcinsel ilişkiler ve eylemler -aldıkları şekle ve bulundukları kültürlere bağlı olarak- zaman zaman takdir edilmiş zaman zaman da yargılanmışlardır.[29] 19. yüzyılın sonlarından beri, eşcinsellerin görünürlük ve tanınmasının artırılmasının yanı sıra; evlilikler, medeni birliktelikler, evlat edinme ve ebeveynlik; işe ve askere alınma ile sağlık hizmetlerine eşit erişim gibi yasal hakların kazanılması için büyük bir mücadele verilmektedir.

Tarih

 

Birçok gey ve lezbiyen kişi duygusal veya cinsellik olarak hemcins ilişki içerisindedir. İlişkideki tarafların kendi psikolojik algılayışları açısından bu tür ilişkiler ile heteroseksüel ilişkiler arasında hiçbir fark yoktur.[28] Kaydedilmiş tarih boyunca eşcinsel ilişkiler ve eylemler -aldıkları şekle ve bulundukları kültürlere bağlı olarak- zaman zaman takdir edilmiş zaman zaman da yargılanmışlardır.[29] 19. yüzyılın sonlarından beri, eşcinsellerin görünürlük ve tanınmasının artırılmasının yanı sıra; evlilikler, medeni birliktelikler, evlat edinme ve ebeveynlik; işe ve askere alınma ile sağlık hizmetlerine eşit erişim gibi yasal hakların kazanılması için büyük bir mücadele verilmektedir.
Çok eskilere dayanan ve tıpta geniş tartışmalara neden olan, akıl almayacak yöntemlerle iyileştirilmeye çalışılan eşcinsellik modern zamanlarda artık bilim adamları tarafından bir hastalık olarak görülmemektedir. Son 35 yıldır psikologlar, psikiyatrlar ve diğer ruh sağlığı uzmanları eşcinselliğin hastalık, ruhsal bozukluk veya duygusal bir sorun olmadığını onayladılar. İlk olarak 1973’te Amerikan Psikiyatri Derneği Yönetim Kurulu eşcinselliğin hastalıklar kategorisinden çıkartılmasına karar verdi. Karar, Amerikan Psikiyatri Derneği’nin bir yıl sonra (1974) yapılan yıllık genel kurulunda üyelerin çoğunluğu tarafından onaylandı. Amerikan Psikiyatri Derneği, 2006’da yapmış olduğu genel kurulunda söz konusu kararı tekrar ifade etti. Benzer şekilde 17 Mayıs 1990 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardı. 1992’de bu karar, ICD-10 (Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması) listesine resmen kaydedildi. 1994 tarihinden itibaren WHO üyesi tüm ülkeler yeni sınıflandırmayı kullanmaya başladı. Eşcinselliğin bir hastalık, bozukluk ya da eksiklik olmadığını, 3 farklı cinsel yönelimden birisi olduğunu ve doğuştan ya da 3 ile 4 yaşlarına kadar belirlenen, kişinin kendi seçmediği bir durum olduğu tıp bilim tarafından tespit edilmiş ve bu durum kabul görmüş ve eşcinseller çoğu gelişmiş ülkelerde eşcinseller arası resmi evlilik dahil olmak üzere heteroseksüellerin sahip olduğu pek çok hakka kavuşmuştur.[31]
Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), 1973 yılında eşcinselliği, "Akıl Hastalıkları Teşhis ve İstatistikleri Klavuzu"ndan çıkarmıştır. Günümüzde APA'nın pozisyonu, objektif ve iyi planlanmış[32] bilimsel çalışmalar ve klinik literatür doğrultusunda eşcinselliğin insanların cinselliğinin "pozitif ve normal" çeşitlerinden biri olduğudur [33] APA'ya göre eşcinselliğin geçmişte bir akıl hastalığı olarak görülmesinin nedeni, akıl sağlığı alanında çalışan profesyonellerin ve toplumun bu konuda taraflı şekilde bilgilendirilmiş olmasıdır.[34]
1 Ocak 1993 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği "Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması"ndan çıkarmıştır. ICD-10 maddesi "cinsel yönelim, tek başına, bir rahatsızlık/hastalık olarak kabul edilemez" şeklindedir.[35][36]

Cinsel yönelim konum ve etimolojisi

 Cinsel ilişkideki konumuna göre Batı ülkelerinde böyle bir ayırım artık yapılmamakla birlikte, eşcinselliğin daha gizli yaşandığı, daha muhafazakar ülkelerde eşcinsel erkekler "verici" (etken, aktif) ya da alıcı (edilgen, pasif) olarak ikiye ayrılmaktadır ve bu kültürlerde özellikle kadınsı görünümlü ya da pasif konumda olan erkekler eşcinsel olarak kabul edilmekte ve toplumun büyük bir kesimi tarafından dışlanmaktadırlar. Etken (aktif) ve edilgen (pasif) terimlerinin üstünlük veya aşağılık belirttiğinin düşünülmesi nedeni ile günümüzde artık bu terimlerin eşcinselleri tanımlarken kullanımından kaçınılmaya başlanılmıştır. Kadın ve erkeğin toplumsal kademelendirmesinde de etkenlik olumlu bir nitelik olarak erkeğe, edilgenlik ise olumsuz bir nitelik olarak kadına yüklenir.[37][38] 

Cinsel yönelim ve kimlik

Kinsey ölçeği

Heteroseksüel-Eşcinsel derecelendirme ölçeği olarak bilinen Kinsey ölçeği,[39] kişinin belirlenmiş bir zamandaki cinsel aktivesinin geçmişini ya da bölümlerini tanımlamaya çalışır. Derecelendirme 0’dan 6’ya kadardır. 0 tümüyle heteroseksüel anlamına gelirken, 6 tümüyle eşcinsel anlamına gelmektedir. Ölçekte aseksüelleri de tanımlamak için ek olarak bir de “X” vardır.[40][41] 
Yönelim ve davranış

Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu cinsel yönelimi kişinin sadece ayrık bir özelliği olarak değil, başkalarıyla tatmin edici birliktelik kurmaya çalışan kişinin evreni olarak tanımlamıştır:[2]

« Cinsel yönelim genellikle kişinin biyolojik cinsiyeti, cinsiyet kimliği ya da yaşı gibi bir özellik olarak ele alınmaktadır. Bu perspektif eksiktir çünkü cinsel yönelim her zaman ilişkisel terimlerde kullanılır ve diğer kişilerle birliktelik kurmayı gerektirir. Cinsel eylem ve romantik çekimler, kişinin birliktelik kurduğu kişilerin biyolojik cinsiyetine göre heteroseksüel ya da eşcinsel olarak sınıflandırılmıştır. Aslında kişiye yapılan eyleme duyulan arzu kişinin heteroseksüellik, eşcinsellik ya da biseksüelliğini ifade eder. Bu eylemler el ele tutuşma, öpüşme gibi basit şeyleri de içerir. Bu nedenle cinsel yönelim, kişilerin diğer kişilerle sevgi, bağlılık, samimiyet için kurduğu kişisel birlikteliklerle tamamen bağlantılıdır. Cinsel davranışlara ek olarak bu bağlar, partnerler arasındaki cinsel olmayan sevgi hareketlerini, paylaşılmış hedefleri, karşılıklı desteği ve devam eden sadakati de içerir.[2] »

Coming out


Coming out, kişinin cinsel yönelimini ya da cinsiyet kimliğini açıklamasıdır ve çeşitli şekilde psikolojik bir süreç ya da yolculuk olarak tanımlanır ya da deneyimlenir.[42] Coming out genellikle üç evreden oluşur. İlk evre kendini bilme ve eşcinsel birlikteliklere açık olduğunu anlamadır.[43] Bu genellikle içsel çoming out olarak tanımlanır. İkinci evre kişinin diğer kişilere (örneğin aile, arkadaşlar ya da meslektaşlar) cinsel yönelimini açıklamaya karar vermesidir. 3.evre de genellikle kişinin açık bir şekilde LGBT bir birey olarak yaşamasını içerir.[44] Bugünlerde Amerika’da insanlar genellikle lisede ya da üniversite yaşlarında cinsel yönelimlerini açıklamaktadır. Lezbiyen, gay ve biseksüller (LGB), bu yaşlarda özellikle cinsel yönelimleri toplum tarafından kabul edilmediğinde diğer kişilere güvenmeyebilir veya yardım istemeyebilir.
Rosario, Schrimshaw, Hunter ve Braun'a (2006) göre lezbiyen, gay ve biseksüel kişilerin (LGB) cinsel kimlikleri kompleks ve zorlu bir süreçten geçmektedir. Diğer azınlık gruplarının aksine (örneğin etnik ve ırksal azınlıklar) çoğu LGB, kendi kimlikleri hakkında bir şeyler öğrenebileceği ve onlara destek verebilen kişilerin var olduğu bir toplulukta yetişmemektedir. Bunun yerine LGB’ler daha çok eşcinsellik hakkında bilgisiz ya da eşcinselliğe düşman bir toplulukta yetişmektedir.[45]
Outing, kişinin cinsel yöneliminin kendi rızası olmadan topluma ifşa edilmesidir.[46] Birçok politikacı, ünlü, askerlik hizmetlerinde çalışan kişiler ve rahiplerin kötü niyet, politik veya ahlaki nedenlerden dolayı cinsel yönelimleri ifşa edilmiştir.

 Cinsiyet kimliği

Eşcinsel yönelimin önceden kişinin kendi cinsiyetiyle bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Örneğin bir kadına ilgi duyan bir kadının maskülen özelliklere ya da bir erkeğe ilgi duyan bir erkeğin feminen özelliklere sahip olduğu anlayışı olmuştur.[47] Ama 20.yüzyılın ortalarında cinsiyet kimliği cinsel yönelimden ayrı bir fenomen olarak görünmeye başlanmıştır.
Cinsel yönelimlerin dağılma oranları transgender ve cinsiyet kimliğiyle uyumlu kişiler (cisgender) arasında oldukça farklı olsa da transgender ve cinsiyet kimliğiyle uyumlu kişiler erkeklere, kadınlara ya da her iki cinse ilgi duyabilir. Heteroseksüel, eşcinsel ve biseksüel kişiler maskülen veya feminen olabilir ya da hem maskülen hem feminen özellikler gösterebilir. Buna ek olarak birçok lezbiyen ve gay toplulukların üyelerinde ya da destekçilerinde “cinsiyetiyle uyumlu heteroseksüel” ve “cinsiyetiyle uyumsuz eşcinsel” sterotipleri vardır. Ama J. Michael Bailey ve K.J. Zucker tarafından yapılan araşırmalar, çoğu gay ve lezbiyenin çocukluk yıllarında cinsiyet uyumsuzluğu yaşadığını bulmuştur.[48]

Eşcinsel cinsel kimlik ve yönelimleri

Gey


"Gey" sözcüğü, Oxford İngilizce Sözlük'te "eşcinsel kişi (genellikle erkek)" olarak tanımlanır.[49] "Eşcinsel erkek" anlamında bir kelime olmayışı konusundaki eksikliği gidermek için ilk olarak bu anlamda kullanılan Gey kelimesi, zamanla eşcinsel kişi olarak da kullanılmaya başlanmıştır.[49]
Kökende "gey" sözcüğü Fransızca kökenli "gai" kökünden gelmektedir.[49] Aslen "neşeli, umursamaz" ve "canlı renkli, gösterişli" anlamlarına gelen "gey" tabiri 1960'lı yıllardan itibaren erkek eşcinseller tarafından kendilerini tanımlamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır.[49] İngilizce'deki gey kelimesinin diğer anlamlarında kullanımı zamanla yok olmaya yüz tutmuştur.[49]


Lezbiyen

Kadın eşcinsel anlamına gelen "lezbiyen" kelimesi 1800'lü yıllardan beri kullanılmaktadır.[50] Bu kelimenin kökeni eşcinsel kadın şair Sappho'nun memleketi Lesbos (Midilli) Adası'na dayanır. Sappho şiirlerinde, kadınlara karşı duygularından bahsetmiştir. Dilbilimi açısından lezbiyen kelimesi "Lesboslu" anlamına gelir.[50]


Biseksüel

 Biseksüellik, duygusal veya cinsel yönelimi hem kendi hem de karşı cinsine dönük olan canlı. Biseksüel sözcüğü hem isim, hem sıfat olarak kullanılır. Bu cinsel yönelim, kimliğine sahip bir kimsenin aynı anda hem bir erkekle hem de bir kadınla cinsel olarak ilgili olması gerekmez. Bazı biseksüeller bu ya da öteki toplumsal cinsiyetle (veya her ikisiyle de) asla cinsel ilişkiye girmemişlerdir. Heteroseksüeller ve gay erkekler ile lezbiyenler için geçerli olduğu üzere, cinsel çekim her arzu edildiğinde davranılmasını gerektirmez.


Eşcinsel birliktelikler

Eşcinsel yönelime sahip kişiler cinselliklerini çeşitli yollarla ifade edebilirler ve cinselliklerini davranışlarında ifade edebilirler ya da etmeyebilirler.[1] Kinsey ölçeği, kişinin belirlenmiş bir zamandaki cinsel aktivitesinin geçmişini ya da bölümlerini tanımlamaya çalışır. Derecelendirme 0’dan 6’ya kadardır. 0 tümüyle heteroseksüel anlamına gelirken, 6 tümüyle eşcinsel anlamına gelmektedir. Araştırmalar birçok gay ve lezbiyenin ciddi ve uzun ömürlü ilişki istediklerini bulmuştur. Örneğin anket verileri gaylerin %40 ve %60 arasının, lezbiyenlerin de %45 ve %80 arasının o an romantik bir ilişki içinde olduklarını göstermektedir.[51] Anket verileri aynı zamanda gay çiftlerin %18 ve %28 arasının ve lezbiyenlerin %8 ve %21 arasının Amerika’da on yıl veya daha fazla birlikte yaşadıklarını göstermektedir.[51] Araştırmalar eşcinsel çiftlerin heteroseksüel çiftlerle eşit derecede birbirinden tatmin olduğunu ve ciddi ilişki kurduklarını bulmuştur. İlişkinin ciddiyeti ve ilişkiden tatmin olma konusunda yaş ve cinsiyet, cinsel yönelime göre daha güvenilir bir istatistiktir ve heteroseksüel ve eşcinseller romantik ilişkiler bakımından kıyaslanabilir beklentiler ve idealler paylaşmaktadırlar.[52][53][54]


Eşcinselliğin demografisi


Gey ve lezbiyen popülasyonunun büyüklüğüyle ilgili güvenilir veriler kamu politikası için önemlidir.[55] Örneğin demografiler, yerli ortaklık, eşcinsellerin evlat edinmesinin yasallaşması ve Amerikan ordusundaki Sorma Söyleme politikasının yararları ve maliyetlerini hesaplamaya yardım eder.[55] Gay ve lezbiyen popülasyonuyla ilgili bilgiler, sosyal bilim adamlarının işçi pazarı tercihleri, insan sermayesi birikimi, ev halkı konusunda uzmanlaşma, ayrımcılık ve coğrafi konum hakkında kararlarla ilgili önemli soruları anlamasına da yardım eder.[55]
Eşcinselliğin yaygınlığını ölçmek zordur.[12] Birçok insan eşcinsel çekimlere sahip olmasına rağmen kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak görmek istemeyebilirler. Araştırma, cinsel yönelimi tanımlayabilen ya da tanımlayamıyabilen bazı karakteristikleri ölçmek zorundadır. Eşcinsel arzulara sahip kişilerin sayısı bu arzularını fiile dönüştüren kişilerin sayısından, arzularını fiile dönüştüren kişilerin sayısı da kendi kimliğini gay, lezbiyen ya da biseksüel olarak gören kişilerin sayısından daha büyük olabilir.[55]
1948 ve 1953 yılları arasında Alfred Kinsey, erkek deneklerin %46’sının her iki cinse cinsel olarak tepki verdiğini, %37’sininde en az bir eşcinsel deneyim yaşadığını rapor etmiştir.[56][57] John Tukey, Kinsey’i rastgele değil uygun örnekler kullandığı için eleştirmiştir.[58][59] Sonraki bir araştırmada örnek yanlılığı olmamasına rağmen benzer sonuçlar elde edilmiştir.[60] LeVay, Kinsey’in sonuçlarının demografik araştırmaların yorumlanması gerektiğini gösteren bir uyarı niteliği taşıdığını belirtmiştir çünkü bilimsel metotlar kullanılmasına rağmen farklı kriterlerin kullanılmasının farklı sayılara ulaşmaya yol açabileceğini belirtmiştir.[12]
Önemli araştırmalar insanların %2’den %11’e kadar bir kısmının geçmişlerinde eşcinsel aktivite yaşadığını göstermektedir.[61][62][63][64][65][66][67][68][69][70] Eşcinsel çekimler ve/veya davranışlar rapor edildiğinde bu oran %16-21’e çıkmaktadır.[70] 2006’daki bir araştırmada, araştırmaya katılanların %20’si bazı eşcinsel hisleri deneyimlediğini anonim olarak rapor etmiş ama sadece %2-3’ü kendi kimliğini eşcinsel olarak gördüğünü söylemiştir.[71] 1992’de yapılan bir araştırmada Britanyalı erkeklerinin %6.1’i, Fransız erkeklerininse %4.1’inin eşcinsel deneyim yaşadığı rapor edilmiştir.[72] 2008’de yapılmış bir anket, Britanyalıların %13’ünün eşcinsel aktivite yaşadığını ama sadece %6’sının kendi kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak gördüklerini bulmuştur.[73] 2010’da Ulusal İstatistik Ofisi’inin (ONS) yaptığı bir anket, Britanyalıların %1.5’inin kendi kimliklerini eşcinsel ya da biseksüel olarak gördüğünü bulmuştur. ONS, bu bulguların %0.3’le %3’ arasında bir oranı gösteren araştırmalarla uyumlu olduğunu öne sürmüştür.[57][74]
2008’de Amerika’da başkanlık seçimleri gününde, oy verdikten sonra oylama yerinden çıkan oy verenler arasında yapılan seçim anketi, seçmenlerin %4’ünün gay, lezbiyen ya da biseksüel olduğunu göstermiştir. Bu oran 2004’teki oranla aynıdır.[75] 2000’de yapılan Amerika’daki nüfus sayımı, evli olmayıp aynı evde yaşayan 601, 209 eşcinsel çift olduğunu göstermiştir.[76]



Eşcinsellik ve psikoloji


Psikoloji, eşcinsel yönelimi ayrık bir yönelim olarak araştıran ilk bilim dallarından biridir. Eşcinselliği ilk hastalık olarak sınıflandırma girişimi acemi Avrupalı seksolog hareketi tarafından yapılmıştır. 1886’da seksolog Richard von Krafft-Ebing, Psychopathia Sexualis adlı kitabında eşcinsellik gibi üremeyle sonuçlanmayan cinsel aktiviteleri cinsel sapkınlık olarak görmüştür. Eşcinselliğin hem doğuştan hem de sonradan kazanabileceğine ve eşcinselliği mastürbasyonu engelleyerek ve nevrozları tedavi ederek tedavi edebileceğine inanmıştır. Sigmund Freud’sa eşcinselliği kendini karşıt cinsteki ebeveyn ile özdeşleştirmenin de etkisiyle oluşmuş, psikoseksüel gelişimdeki çatışmaların bir sonucu olarak tanımlamıştır. 20.yüzyılının ortalarına kadar eşcinselliğin patolojik modelleri standarttır.
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçiler Kurumu’nun açıklaması şu şekildedir.
1952’de Amerikan Psikiyatri Kurumu, Teşhis ve İstatistik Kılavuzu’nu (DSM) ilk yayınladığında eşcinsellik hastalıklar kategorisinin içindeydi. Ama hemen sonra sınıflandırma Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalarda kritik incelemeye maruz kalmıştır. Yapılan araştırmalar eşcinselliğin bir bozukluk ya da anomali değil normal ve sağlıklı bir cinsel yönelim olduğunu göstermiştir. Araştırmaların sonuçları toplandığında tıp, ruh sağlığı ve davranışsal ve sosyal bilimlerdeki profesyoneller, eşcinselliğin bir ruh hastalığı olarak sınıflandırılmasının yanlış olduğu ve DSM sınıflandırmasının önceki sosyal normlara ve popülasyonu temsil etmeyen hastaların klinik izlenimlerine dayanan bilimsel olarak kanıtlanmamış tahminleri yansıttığı sonucuna ulaşmıştır. Bilimsel kanıtların tanınmasıyla[77] Amerikan Psikiyatri Kurumu eşcinselliği 1973’te DSM’den çıkartmıştır. Amerikan Psikologlar Birliği 1975’te aynı pozisyonu benimsemiş ve diğer tüm ruh sağlığı profesyonellerini eşcinselliğin uzun süredir bir ruh hastalığı olarak damgalanmasının kaldırılması konusunda teşvik etmiştir. Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu’da benzer prensibi benimsemiştir.[2]

Davranışsal ve sosyal bilimlerin ve ruh sağlığı uzmanlık alanlarının uzun süredir olan ortak görüşü hemcinse karşı duyulan romantik, cinsel çekimlerin ve eşcinsel davranışların insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğudur.[78] Dünya Sağlık Örgütü, ICD-9’da (1977) ruh hastalığı olarak sınıflandırdığı eşcinselliği 17 Mayıs 1990’daki 43. Dünya Sağlık Kongresi’nin onayıyla ICD-10’da hastalık olmaktan çıkarmıştır.[79][80][81] ICD-10’a psikolojik ve davranışsal bozukluklar nedeniyle cinsiyet kimliğini ya da cinsel yönelimini değiştirmek istemek anlamına gelen egodistonik cinsel yönelimi eklemiştir(F[8]). Çin Psikiyatri Kurumu, 5 yıllık bir araştırma sonunda 2001’de eşcinselliği ruh hastalığı sınıflandırmasından çıkarmıştır.[82] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği’nin açıklaması “Araştırmalar gay, lezbiyen veya biseksüel olmanın normal ruhsal sağlıkla uyumlu olduğunu göstermektedir. Ama toplumda ayrımcılığa uğrama ve arkadaş, aile ve diğer kişiler tarafından reddedilme ihtimali LGB’lerde (lezbiyen, gay ve biseksüel) beklenenden yüksek oranda ruhsal zorlanmaların görülmesine neden olmaktadır. Amerika’daki muhafazakar gruplar LGB’lerdeki ruhsal zorlanmaların yüksek oranda görülmesinin eşcinselliğin doğrudan kendisinden kaynaklandığını öne sürse de bu iddiayı ispatlayan bir kanıt yoktur.” şeklindedir.[83]
Çoğu lezbiyen, gay ve biseksüel, heteroseksüellerle aynı nedenlerden (stres, ilişkilerindeki zorluklar, sosyal ve iş ortama uyum sağlama v.b.) dolayı psikoterapi almak istemektedir. Cinsel yönelimleri tedavilerinde çok ya da az önem taşıyabilir ya da hiç önem taşımayabilir. Lezbiyen, gay ve biseksüel kişilerin psikoterapilerinde yüksek derecede anti-gay yaklaşımı görülme riski vardır.[84]
Uygun bir psikoterapi aşağıdaki bilimsel verilere dayanmaktadır.[78]



Değerlendirme Açıklama
- Eşcinsel çekimler, davranışlar ve yönelimler insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonudur. Başka bir deyişle ruhsal ya da gelişimsel bir bozukluğun işareti değildir.
- Eşcinsellik ve biseksüellik damgalanmaktadır ve bu damgalanma kişinin hayatında negatif etkilere yok açmaktadır[85].
- Eşcinsel çekimler ve davranışlar çeşitli cinsel yönelim ve cinsel yönelim kimliklerinde görülebilir [86]
- Gey, lezbiyen ve biseksüel kişiler heteroseksüller gibi tatmin edici hayatlar yaşayabilirler ve kurdukları ciddi birliktelikler önemli açılardan birbirine denktir[87].
- Eşcinsel yönelimin aile hayatının kötü olması ya da travma sonucu oluştuğunu destekleyen deneysel araştırma yoktur[88].

 
19. ve 20. yüzyıllarda çeşitli psikologlar eşcinselliğin nedenleri ile ilgili teoriler geliştirdiler. Bunların çoğu eşcinselliği "akıl hastalığı" olarak tanımlıyordu.[89] 19. yy psikologlarından Richard von Krafft-Ebing, mastürbasyon, sadomazoşizm ve şehvet cinayetlerini "cinsel sapıklıklar" olarak tanımladığı 1886 tarihli kitabı Psychopathia Sexualis'de eşcinselliğin kalıtımsal olduğunu iddia etti. Çağdaşı Sigmund Freud, kendini karşıt cinsteki ebeveyn ile özdeşleştirmenin de etkisiyle oluşmuş, "psikoseksüel gelişimdeki çatışmaların bir sonucu" olarak tanımladı. Diğerleri, eşcinselliğin nedenlerini sosyal etkilerde ve anne karnındaki gelişim esansında gerçekleşen fizyolojik olaylarda aradılar. Eşcinselliğin nedenleri, muhtemelen, insanın doğuştan gelen veya doğasından kaynaklanan özellikleri ile çevresel faktörler ya da toplum etkisinin bir bileşimidir.[89]


Eşcinselliğin olası nedenleri


Biyolojik faktörler


Araştırmacılar genler, doğum öncesi hormonlar ve beyin yapısını kapsayan, cinsel yönelimin gelişimiyle bağlantılı olma ihtimali olan birkaç biyolojik faktör tanımlamıştır.
Bilim adamları cinsel yönelimin tek bir faktör tarafından belirlenmediğine, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonu olduğuna[90][91] ve biyolojik faktörlerin genetik faktörlerle erken rahim ortamının kompleks etkileşimiyle bağlantılı olduğuna inanmış[4], biyolojik teorileri daha çok benimsemiştir.[91] Bilim adamları cinsel yönelimin bir seçim olmadığına inanmaktadır.[4][91][92][93] Kişi heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel ya da aseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Erken çocukluk deneyimlerinin, ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacize uğramanın ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair önemli bir kanıt yoktur ama araştırmalar ebeveynlerin herhangi bir cinsel yönelim hakkındaki düşüncelerinin çocuğun herhangi bir cinsel yönelimle bağlantılı davranışları nasıl deneyimleyeceğine etki edebileceğini bulmuştur.[4][90][91][94][95]
Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve ön yargıya dayanmaktadır.[96] Şu an ki araştırmalar cinsel yönelimin oluşumundaki biyolojik açıklamaları aramaktadır[91] ama hiçbir tekrarlanan bilimsel araştırma cinsel yönelimin özel bir biyolojik etiyolojisinin olduğunu desteklememektedir.[90][91] Ama bilimsel araştırmalar heteroseksüel ve eşcinsel kişilerde bir takım biyolojik farklılıklar bulmuştur. Bu biyolojik farklılıklar cinsel yönelimin oluşumuyla aynı temel nedene sahip olabilir.

Genetik araştırmalar

Cinsel yönelimin belirlenmesinde genetik ve çevrenin önemini kıyaslamak amacıyla birkaç ikiz çalışması yapılmıştır. 1991’de yapılan bir araştırmada Bailey ve Pillard, tek yumurta erkek ikizlerinde %52 oranında, çift yumurta erkek ikizlerinde ise %22 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur.[97] 2000’de Bailey, Dunne ve Martin 4,901 avustralyalı ikiz üzerinde yaptığı araştırmada benzer sonuçlar bulmuştur.[98] Tek yumurta erkek ikizlerinde %20 oranında uyum bulurlarken tek yumurta kız ikizlerinde yüzde %24 oranında uyum bulmuşlardır. Hershberger (2001) araştırmasında ikizler üstünde yapılmış 8 araştırmanın sonuçlarını birbiriyle karşılaştırmıştır. 8 araştırmanın 6’sında tek yumurta ikizlerinde, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek oranda uyum olduğu görünmüştür. Bu bulgular genetik faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisinin önemli olduğunu destekler.[99]
Bearman ve Brückner (2002) önceki araştırmaları az sayıda denek içermesi[100] ve deneklerin popülasyonu temsil etmemesinden dolayı eleştirmiştir.[101] Bearman ve Brückner, 289 tek yumurta ikizi ve 495 çift yumurta ikizi üstünde yaptığı araştırmada tek yumurta erkek ikizlerinde sadece %7.7, tek yumurta kız ikizlerinde ise sadece %5.3 oranında eşcinsellik bakımından uyum bulmuştur. Bulgular neticesinde sosyal çevreden bağımsız bir genetik etkiden söz edilemeyeceği öne sürülmüştür.[100]
2010’da İsveç’te 7,600’den fazla ikiz üstünde yapılan bir araştırmada eşcinsel davranış hem genetik faktörlerle hem de kişiye özgü çevresel faktörlerle (örneğin doğum öncesi ortam, hastalık ve travma, akran grupları ve cinsel deneyimler) açıklanabileceğini bulmuştur. Araştırma aynı zamanda ailesel çevre, toplumun tutumu gibi paylaşılmış çevresel faktörlerinde zayıf ama yine de kayda değer derecede etki ettiğini bulmuştur. Kadınların cinsel yöneliminde genetik faktörlerin az derecede etki ettiği, erkeklerin cinsel yöneliminde ise paylaşılmış çevresel faktörlerin hiç etki etmediği görünmüştür. Biyometrik modelin bulgularına göre erkeklerin cinsel yöneliminde genetik faktörler %34-39, paylaşılmış çevresel faktörler %0, kişiye özgü çevresel faktörler %61-66 oranında etki etmektedir. Kadınların cinsel yöneliminde ise genetik faktörler %18-19, paylaşılmış çevresel faktörler %16-17, kişiye özgü çevresel faktörler %64-66 oranında etki etmektedir.[102]
Cinsel yönelim üzerine yapılan kromozom bağlantısı çalışmaları genom boyunca birçok tetikleyici genetik faktörlerin varlığını göstermektedir. 1993’te Dean Hamer ve meslektaşları 76 gay kardeş ve ailelerinin bağlantı analiziyle ilgili bulgular yayınlamıştır.[103] Hamer ve meslektaşları eşcinsel erkeklerin anne tarafında, baba tarafına göre daha çok gay kuzen ve gay dayıya sahip olduklarını bulmuştur. Bu annesel soyu gösteren gay kardeşler, x kromozomundaki 22 işaretleyici gen kullanılarak X kromozomu bağlantısı test edilmiştir. Başka bir araştırmada test edilen 40 kardeş çiftin 33’ünde Xq28’in uzak bölgesinde benzer aleller bulmuştur. Bu erkek kardeşler için beklenen oran olan %50’den önemli ölçüde daha yüksektir. Bu medyada birçok insan tarafından “gey geni” olarak adlandırılmış, önemli tartışmalara yol açmıştır. 1998’de Sanders ve meslektaşları benzer bir çalışma yapmış gay kardeşlerin baba tarafındaki amcaların %6’sının, anne tarafındaki dayılarınınsa yüzde %13’ünün eşcinsel olduğunu bulmuştur.[104]
Hu ve meslektaşları tarafından yapılan bir sonraki analiz önceki bulguların doğruluğunu arttırmıştır. Bu araştırma gay kardeşlerin (yeni grup) %67’sinin Xq28’de, X kromozomunda bir işaretleyici gen paylaştıklarını ortaya çıkarmıştır.[105] Başka iki araştırmada (Bailey ve meslektaşları , 1999; McKnight ve Malcolm, 2000) eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki gay akrabaların fazlalığı bulunamamıştır.[104] 1999’da Rice ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışmada Xq28 bağlantısı bulunamamıştır.[106] Bütün kromozom bağlantısıyla ilgili dataların meta-analizi Xq28’le ilgili önemli bir bağlantı olduğunu göstermektedir ama aynı zamanda cinsel yönelimin tamamen genetik olduğunu açıklayabilmek için ek olarak başka genlerinde var olmak zorunda olduğunu göstermektedir. 894 heteroseksüel ve 694 eşcinsel erkek üstünde yapılan son bir araştırmada kromozom bağlantısı bulunamamıştır.[107]
Mustantski (2005) kişilerin kendi ve yeni deneklere ek olarak daha önce Hamer (1993) ve Hu (1995) tarafından rapor edilen ailelerin sadece X kromozomunun scan edilmesi yerine bütün genomunu scan etmiştir.[108] Araştırma, Hamer’in bulgularınınkine göre bir parça daha indirgenmiş Xq28 bağlantısı bulmuş, 7q36, 8p12 ve 10p26’dan başka önemli işaretleyici bulamamıştır. İlginç bir şekilde bulgular 10q26’in annesel soydan geldiğine dair önemli bir işaret göstermektedir. Bu önceki aile çalışmalarını desteklemektedir.
2004’te italyan araştırmacılar, 98 eşcinsel erkek ve 100 heteroseksüel erkeğin akrabalarını incelemiştir. Eşcinsel erkeklerin kadın akrabaları, heteroseksüel erkeklerinkine göre daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu bulunmuştur. Ayrıca eşcinsel erkeklerin anne tarafındaki kadın akrabaları, baba tarafındaki kadın akrabalarına göre de daha çok çocuk sahip olmaya eğilimli olduğu gözlenmiştir. Araştırmacılar X kromozomundaki nesilden nesile geçen bir genetik materyalin, kız çocuklarda doğurganlığa, erkek çocuklarda ise eşcinselliğe neden olduğu sonucuna varmıştır.[109]
2010’da Kore Gelişmiş Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’ndeki bir grup, bir dişi farenin üreme davranışıyla ilgili tek bir genini ortadan kaldırarak cinsel tercihini değiştirmeyi başarmıştır. Dişi fare gen olmayınca diğer dişi farelerin idrarına karşı maskülen bir cinsel davranış ve cinsel eğilim göstermiştir. Bu geni koruyan dişi farelerse erkek farelere cinsel ilgi duymuştur.[110]
2014’de Amerika’da Northwestern Üniversitesi’nde Michael Bailey tarafından yapılan bir araştırma, genetik faktörlerin erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği ama tamamen de belirleyici olmadığını göstermiştir. 408 eşcinsel erkek kardeş çifti ve aileleri üstünde yapılan araştırmada eşcinsel erkeklerin X kromozomunun Xq28 bölgesinde benzer DNA işaretleri taşıdığı ve bu bölgedeki iki kromozomun erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği bulunmuştur. Bu 1993’te yapılan Dean Hamer’ın araştırmasını desteklemektedir. Ayrıca Kromozom 8 adlı bir bölgenin de erkeklerin cinsel yönelimini etkilediği görünmüştür. Araştırmanın bulgularına göre genetik faktörler erkek eşcinselliğinde yüzde 30-40 oranında rol oynarken gerisinden çevresel faktörler sorumlu. Ama Michael Bailey çevresel faktörlerin illaki sosyal olarak sonradan kazanılan anlamı taşımadığı, doğumumuzda DNA’mızda olmayan her şeyin çevresel faktörler olarak kabul edildiğini söylemiştir.[111]

Epigenetik araştırmalar ve teoriler

Bir araştırma annenin genetik yapısıyla oğullarının eşcinselliği arasında bir bağlantı bulmuştur. Kadınlar iki X kromozomuna sahiptir ve biri inaktive edilir. Bocklandt ve meslektaşları, eşcinsel oğullara sahip annelerin X kromozomu inaktivasyonlarının, eşcinsel erkek çocuğa sahip olmayan annelere göre önemli derecede daha yüksek oranda asimetri gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel bir erkek çocuğa sahip olmayan annelerin %4’ü X kromozomu inaktivasyonlarında asimetri gösterirken bu oran bir eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %13, iki ya da daha fazla eşcinsel erkek çocuğa sahip annelerde %23’tür.[112]
Gebelik ve doğum sonrası boyunca epi-işaretleyicilerin genlerin ifade edilmesi üstündeki kontrolü geçici olarak değişmektedir. Epi-işaretleyiciler histon proteinlerinin ve DNA histonlarına bağlanan metil ve asetil gruplarının modifikasyonudur.[113][114] Proteinlerin fonksiyonunu değiştirir, genlerin ifade edilmesini etkiler.[115] Epi-işaretleyiciler fetüsün normal bir cinsel gelişme yaşamasına yardım etmek için tasarlanmıştır ama mitoz bölünme sırasında çocuğa geçebilir.[116] Bu epi-işaretleyiciler babadan kıza ya da anneden oğula geçtiğinde erkeklerdeki bazı özelliklerin feminenleşmesi ve kadınlardaki bazı özelliklerin maksülenleşmesi gibi ters etkilere neden olabilir. Feminenleşme ve maskülenleşmenin tersine dönmesi cinsel tercihinde tersine dönmesine neden olabilir.[117]

Doğum öncesi hormonlar

Doğum öncesi hormonal teori, belli hormonların fetüsün cinsiyet farklılaşmasında rol oynaması gibi kişinin cinsel yönelimine de etki ettiğini söyler. Doğum öncesi hormonlar cinsel yönelimin ana belirliyicisi olabilir ya da genler, biyolojik faktörler, çevresel ve sosyal durumlarla birlikte yardımcı bir faktör olabilir.[118] Gelişen beyin hücreleriyle etkileşim içinde olan hormonların ve genlerin etkilediği beyin yapısındaki farklılıkların cinsel yönelim dahil olmak üzere sayısız davranışlardaki cinsiyet farklılıkların temeli olduğuna inanılır.[119] Doğum öncesi hormonlar çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları (sex-typed behaivor) etkileyebilir.[119] Bu hipotez memeli hayvanlar üstünde yapılan çok fazla sayıda yapılan deneysel çalışmalar sonucu ortaya atılmıştır. Benzer etkilerin insanlardaki nörodavranışsal gelişiminde görülmesi uzmanlar arasında büyük bir tartışma konusu olmuştur.[120] Son yapılan çalışmalar doğum öncesi maruz kalınan androjenin çocuklardaki cinsiyete uygun davranışları etkilediğine dair kanıtlar bulmuştur.[120]
Doğum öncesi maruz kalınan hormonların işaretlerinden biri işaret parmağı uzunluğunun yüzük parmağı uzunluğuna oranıdır. (Erkekler kızlara göre daha düşük 2D;4D oranına sahiptir.) Bağımsız araştırmalar lezbiyen kadınların daha maskülenleşmiş (daha düşük) 2D;4D oranlarına sahip olduğunu bulmuştur.[121][122][123][124][125][126][127][128][129][130] Bu efekt henüz heteroseksüel ve eşcinsel erkeklerde gözlenmemiştir.[131] Ama bu parmak oranlarının doğum öncesi androjenlerle bağlantılı olduğu tartışmalıdır.[132] Başka doğum öncesi faktörlerde bunda rol oynayabilir. Bazı araştırmalar bu hipotezi desteklerken diğerleri desteklememiştir.[132]
CAH hastaları (congenital adrenal hyperplasia, fetüs gelişirken yüksek androjen seviyelerinde oluşan otozomal resesif bir hastalık) anne karnında aşırı androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı değişen seviyelerde bir maskülenleşmiş vücuda ve daha çok maskülenleşmiş davranışlara sahiptir. Araştırmalar CAH hastalarının, kontrol grubundaki kadınlara göre daha çok eşcinsel ya da biseksüel yönelime sahip olduğunu göstermiştir.[133] Geçmişte düşük yapmayı engellemek için kullanılan bir ilaç olan beyaz billur tozunun (diethylstilbestrol (DES)) kadınların cinsel yönelimiyle olan ilişkisi incelenmiş, anne karnındayken DES'e maruz kalmış kadınların kontrol grubundaki kadınlara göre daha yüksek oranda (%17’ye %0) eşcinsel birliktelik yaşadıklarını rapor edilmiştir. Ama DES kadınlarının büyük bir çoğunluğu tümüyle heteroseksüel yönelime sahip olduğu belirtilmiştir.[134] CAH ve DES çalışmaları doğum öncesi hormonal teoriyi bir parça desteklemektedir ama sadece eşcinsel kadınların küçük bir bölümünün eşcinselliğini açıklamaktadır.
Kadınlar düşük frekanstaki sesleri erkeklere göre daha iyi duyarlar ve iç kulaklarındaki kokleadan ürettikleri oto-akustik emisyon (OAE), erkeklere göre daha yüksektir. Erkeklerin düşük frekanstaki sesleri algılamada daha kötü ve ürettikleri OAE’nin daha düşük seviyede olmasının sebebinin anne karnında daha fazla androjen hormonuna maruz kalmalarından dolayı olduğu düşünülmektedir. Dennis McFadden tarafından yapılan bir araştırma (1998) lezbiyen ve biseksüel kadınların ürettikleri OAE seviyesinin heteroseksüel kadınlara göre daha düşük (daha maskülenleşmiş) olduğunu bulmuştur. Ama heteroseksüel, eşcinsel ve biseksüel erkekler arasında önemli bir farklılık bulunamamıştır.[135]
Blanchard ve Klassen (1997), her büyük erkek kardeşin bir erkeğin gay olma ihtimalini bir önceki erkek kardeşinkinin yaklaşık yüzde 33’ü kadar arttırdığını rapor etmiştir.[136][137] Bu oran, cinsel yönelimle ilgili yapılmış araştırmalarda tanımlanmış en güvenilir epidemiyolojik değişkenlerden biridir.[138] Bu bulgular sonucunda erkek fetüslerin, her erkek çocuk doğurdukça güçlenen annesel bağışıklık sistemini tetiklediği öne sürülmüştür. Bu anne immün hipotezi, erkek fetüsteki hücrelerin hamilelik ya da doğum sırasında annenin dolaşımına girmesiyle başlar.[139] Erkek fetüsler, omurgalıların seksüel olarak farklılaşmasında rol oynadığı nerdeyse kesin olarak bilinen HY antijenlerini üretir. Bu Y bağlantılı proteinler annenin bağışıklık sistemi tarafından tanınmaz çünkü annenin cinsiyeti dişidir. Bu tanınmamazlık yüzünden anne plazental duvardan fetal bölüme kadar ulaşan antikorlar üretir. Bu anti-erkek antikorlar gelişen fetal beynin kan/beyin duvarını aşar ve beynin cinsel yönelimle bağlantılı, cinsiyete göre dimorfik yapılarını değiştirir. HY antijenlerinin beynin maskülenleşmesindeki kabiliyetini azaltan HY antikorları, erkek bebeğin büyüdüğünde kadınlardan çok erkeklere ilgi duyma ihtimalini arttırır.[136][139] Buna doğum sırası efekti denir. Doğum sırası efekti, yaklaşık her 7 eşcinsel erkekten birinin eşcinselliğini açıklamaktadır.[140] Kadınların cinsel yöneliminde ve büyük kız kardeşlere sahip olmakta doğum sırası efektinin herhangi bir etkisi olduğu gözükmemektedir.[141][142]
Sol yanlı olma ihtimali eşcinsel kişilerde artmaktadır. Önceki çalışmaların meta-analizinde[143] eşcinsel erkeklerin sol yanlı olma ihtimalinin heteroseksüel erkeklerinkinin %34’ü kadar daha fazla olduğu, eşcinsel kadınların sol yanlı olma ihtimalininse heteroseksüel kadınlarınkinin nerdeyse iki katı (%91) olduğu bulunmuştur.[143] Blanchard ve meslektaşları (2006) doğum sırası efektiyle el yanlılık arasında bağlantı kurmuş, doğum sırası efektinin sadece sağ yanlı erkekler için geçerli olduğunu iddia etmiştir.[144]

Nörolojik araştırmalar

1991’de Simon LeVay, hipotalamustaki INAH1, INAH2, INAH3 ve INAH4 adı verilen 4 nöron grubunu incelemiştir. Beynin bu bölümünü önemlidir çünkü bu bölümün hayvanların cinsel davranışlarının düzenlenmesinde rol oynadığı kanıtlanmış ve INAH2 ve INAH3’ün erkeklerde ve kadınlarda farklılık gösterdiği rapor edilmiştir. Araştırma, AIDS yüzünden ölen 19 eşcinsel erkekten, cinsel yönelimleri bilinmeyen ama araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 6’sı AIDS’ten ölen 16 erkekten, yine araştırmacılar tarafından heteroseksüel varsayılan, 1’i AIDS’ten ölen 6 kadından oluşmaktaydı. Simon LeVay, heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün büyüklüğünün, eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınınkinin iki katı kadar olduğunu bulmuştur.[145]
2001’de William Byne ve meslektaşları aynı araştırmayı 14 HIV pozitif eşcinsel erkek, heteroseksüel varsayılan 34 erkek (10 HIV pozitif) ve heteroseksüel varsayılan 34 kadın (9 HIV pozitif) üstünde tekrar yapmıştır. Araştırmacılar INAH3’ün büyüklüğünün heteroseksüel erkek ve kadınlarda önemli derecede farklılık gösterdiğini bulmuştur. Eşcinsel erkeklerinkinin görünüşte heteroseksüel erkeklerinkinden küçük, heteroseksüel kadınlarınkinden büyük olduğu bulunmuştur. Ama bu farklılığın tam olarak istatiksel bir öneme sahip olmadığı tespit edilmiştir. Byne ve meslektaşları aynı zamanda INAH3’ün ağırlığını ve nöronlarının sayılarını da ölçmüştür. INAH3’ün ağırlığının sonuçları büyüklüğününkilerine benzer çıkmıştır. Heteroseksüel erkeklerdeki INAH3’ün ağırlığı, heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha yüksek çıkarken, eşcinsel erkeklerin sonuçları, heteroseksüel erkek ve kadınların arasında çıkmıştır. Ama farklılığın önemli derecede olmadığı görünmüştür. INAH3’teki nöron sayılarında kadın ve erkekler arasında farklılık bulunurken cinsel yönelimle bağlantılı bir farklılık bulunamamıştır.[146]
Erkek terindeki testosterondan elde edilen androstadienin (AND) ve hamile kadınların idrarında bulunan östrojene benzeyen estratetraenolinin (EST) insanlardaki feromon olduğu düşünülmektedir. AND ve EST’in kişinin cinsel yönelimine bağlı olarak ön hipotalamustaki nöral devreleri aktivite ettiği gözlenmiştir. Ön hipotalamus üreme fonksiyonların sürecinde rol oynamaktadır ve son kanıtlar ön hipotalamusun cinsel davranış ve cinsel tercihte rol oynayan hormonal ve duyumsal ipuçlarını birleştirmede yardım ettiğini öne sürmektedir. 2005’te İvanka Savic ve ekibi yaptığı araştırmada erkeklik kimyasalı AND’ın heteroseksüel erkeklerin beyninin olfactory bölgesini (koklama duyusuna ait bölge), eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınlarınsa hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur. Kadınlık kimyasalı EST’inse eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların olfactory bölgesini, heteroseksüel erkeklerinse hipotalamus bölgesini aktivite ettiği bulunmuştur.[147] Aynı ekibin 2006’da yaptıkları bir araştırmada lezbiyen kadınların beyinlerinin verdiği tepkilerin heteroseksüel kadınlardan farklı olup heteroseksüel erkeklerinkine bir parça benzediği ama bu benzerliğin heteroseksüel kadınlar ve eşcinsel erkekler arasındaki benzerlik kadar güçlü olmadığı bulunmuştur.[148] Yine aynı ekibin 2008’de yaptığı bir araştırmada eşcinsel erkek ve heteroseksüel kadınların beyin yarımkürelerinin ortalama olarak simetri gösterdiği ama lezbiyen kadın ve heteroseksüel erkeklerin beyinlerinin asimetri gösterdiği, beyinlerinin sol yarımkürelerinin sağ yarımküreye göre bir parça daha büyük olduğu bulunmuştur.[149]
2003’te Qazi Rahman tarafından yapılan bir araştırma, lezbiyen kadınların irkilme tepkisinin (yüksek bir ses gibi beklenmedik bir uyarı karşısındaki göz kırpma refleksi) heteroseksüel kadınlarınkine göre önemli ölçüde daha fazla maskülenleşmiş olduğunu bulmuştur. Bu araştırma, irkilme tepkisinin beynin limbik sistemi tarafından kontrol edilmesinden ve limbik sisteminin aynı zamanda cinsel davranışları da kontrol etmesiyle bilinmesinden dolayı kadınların cinsel yöneliminin en azından limbik sistemle bağlantılı olduğuna dair güçlü bir kanıt içermektedir.[150]
1997’de Sanders ve Ross-Field doğum öncesi hormonların cinsel yönelimle bağlantılı fonksiyonel beyinsel asimetrilere yol açtığını öne sürmüştür. Bilişsel görevler seksüel olarak dimorfik olarak bilinir. Kadınların sözlü yeteneklerinin erkeklere göre daha gelişmiş olması indirgenmiş lateralizationla (bir fonksiyonun beynin sağ veya sol yarımküresinde yerleşik olması prensibi), erkeklerin uzaysal görevlerde kadınlara göre daha başarılı olması da belirgenleşmiş lateralizationla bağlantılıdır. Fonksiyonel beyinsel asimetriyi ölçen Vincent Mekanik Diyagramlar testinde hem eşcinsel erkekler hem heteroseksüel kadınlar heteroseksüel erkeklerden daha düşük skorlar elde etmiştir. Sözel performansı ölçen Wechsler Yetişkin Zeka Ölçeği’nde ise heteroseksüel kadın ve eşcinsel erkekler, heteroseksüel erkeklere göre daha yüksek skorlar elde etmiştir. Cinsiyete göre farklı sonuçlar elde edilmesi beklenen birkaç testte de eşcinsel erkeklerle heteroseksüel kadınların sonuçları istatiksel olarak birbirinden farklılık göstermezken, heteroseksüel erkeklerin sonuçları farklılık göstermiştir.[151]
2003’te Chicago Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, eşcinsel erkeklerin beyni serotoninin geri alımını inhibite eden fluoksetine heteroseksüel erkeklerinkine göre farklı tepki verdiği, hipotalamuslarındaki glikoz metabolizmasının heteroseksüel erkeklere göre önemli ölçüde daha az olduğu bulunmuştur. Prefrontal korteks ve singulat korteks dahil olmak üzere beynin diğer bölgelerinde de ölçülen aktivasyonda da farklılıklar bulunmuştur.[152]
2007’de Chicago’da yapılan bir araştırmada erkek meyve sineklerinin beyinlerinin cinsellikle ilgili bölgelerindeki bir gen değiştirilerek eşcinsel davranış göstermesi sağlanmıştır. Genin mutasyonundan sonra sinapsis adı verilen sinir hücreleri bağlantılarının güçlenmesi nedeniyle erkek meyve sinekleri diğer meyve sineklerinin erkek mi dişi mi olduğunu anlamaya yarayan “feromon” adlı kimyasal kokuları ayırt edememiş, hem dişi hem de diğer erkek meyve sineklerine kur yapmıştır.[153]
Birçok türde seksüel farklılaşmanın belirgin bir özelliği preoptik hipotalamustaki seksüel dimorfik çekirdeğin (SDN) varlığıdır. SDN, erkeklerde dişilere göre daha büyüktür. Evcil koçların çoğunluğu dişi koyunlara ilgi duyarken, yaklaşık yüzde 8’i diğer koçlara ilgi duymaktadır. Roselli ve meslektaşları koyunların SDN’sini (kSDN) incelemiş, eşcinsel koçların kSDN’sinin, heteroseksüel koçlara göre daha küçük, dişi koyunlarınkine ise benzer olduğunu bulmuştur. Ayrıca kSDN’in nöronlarının aromataz aktivitesi, eşcinsel koçlarda heteroseksüel koçlara göre daha küçük olduğu bulunmuştur.[154]

Çevresel faktörler

Profesyonel organizasyonların açıklamaları

Amerikan Pediatri Akademisi'nin 2004’teki açıklaması şu şekildedir:[91]
Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Şu an ki bilgiler cinsel yönelimin erken çocukluk döneminde kurulduğunu göstermektedir.

Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu'nun 2006’daki açıklaması şu şekildedir:[155]
İnsanların heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel olmasına yol açan özel faktörler (biyolojik, psikolojik, ebeveynlerin cinsel yönelimi) hakkında ortak bir bilimsel görüş yoktur ama mevcut kanıtlar gay ve lezbiyenlerin çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği ailelerden geldiğini, eşcinsel çiftlerin yetiştirdiği çocuklarınsa çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel olduğunu göstermektedir.

Kraliyet Psikiyatrlar Derneği'nin 2007’deki açıklaması şu şekildedir:[4]
Nerdeyse bir yüzyıl boyunca yapılan psikoanalitik ve psikolojik spekülasyonlara rağmen ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin kişide heteroseksüel ya da eşcinsel yönelimin oluşmasında bir rolü olduğuna dair önemli bir kanıt bulunamamıştır. Cinsel yönelim doğada biyolojik olarak görünebilir, genetik faktörlerin kompleks etkileşimi ve erken rahim ortamı tarafından belirlenebilir. Bu yüzden cinsel yönelim bir seçim değildir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir.

Amerikan Psikiyatri Kurumu'nun açıklaması şu şekildedir:[96]
Hiç kimse heteroseksüellik, eşcinsellik ve biseksüelliğin nasıl oluştuğunu bilmemektedir. Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve ön yargıya dayanmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği, California Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu 2007'deki açıklaması şu şekildedir:[155]
Birçok araştırma genetik, hormonal, gelişimsel, sosyal ve kültürel faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisini incelemesine rağmen, bilim adamların cinsel yönelimin özel bir faktör ya da faktörler tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmasına izin veren bir bulgu yoktur. Bu araştırmaların bazıları cinsel yönelimin gelişimini daha iyi anlamaya olanak tanıyabilir ama cinsel yönelimin nedenini veya nedenlerini bulmada sonuca ulaşmaya yardım etmez.

Evrimsel perspektifler

Gay amca hipotezi, çocuklara sahip olmayan insanların belki de aile genlerini sonraki nesillere yakın akrabalarının çocuklarına kaynaklar sağlayarak (yemek, gözetleme, savunma, barınak sağlama gibi) aktarabileceğini öne sürmektedir. Bu hipotez akraba seçilimi teorisinin genişletilmiş halidir. Akraba seçilimi aslında uyumsuzluk gibi görünen belli fedakar aktiveleri açıklamak için geliştirilmiştir. İlk fikir 1932’de J.B.S. Haldane tarafından ortaya atılmış sonra John Maynard Smith, W.D. Hamilton ve Mary Jane West-Eberhard da dahil olmak üzere başkaları tarafından detaylandırılmıştır.[156] Bu fikir aynı zamanda belli sosyal böceklerinin çoğu üremeyen üyelerinin paternlerini açıklamak için de kullanılmaktadır.
2008’deki bir çalışmada, araştırmacılar açıklamasında “Genlerin eşcinselliği etkilediğine dair önemli kanıtlar bulunmaktadır. Düşük başarılı üreme şansı getiren eşcinselliğin popülasyonda nispeten yüksek sıklıkta nasıl devam ettiği bilinmemektedir." demiştir. Araştırmacılar eşcinselliğe yatkın genlerin heteroseksüellere çiftleşme avantajı verdiğini bununda eşcinselliğin evrimini ve popülasyonda devam etmesini açıklayabileceğini öne sürmüştür.[157] 2009’daki bir araştırma, eşcinsel erkelerin anne tarafındaki kadın akrabalarındaki doğurganlığın fazla olduğunu bulmuştur.[158]
Bailey ve Zuk hayvanlardaki eşcinsel davranışların uyumlu olduğuna dair birkaç hipoteze atıfta bulunmuştur. Bu hipotezler farklı türlerde fazlasıyla değişiklik göstermektedir. Bailey ve Zuk aynı zamanda ilerdeki araştırmaların eşcinsel davranışın kökenininden daha çok evrimsel sonuçlarının araştırmasını tavsiye etmiştir.[159]

Cinsel yönelimi değiştirme iddia ve eforları

Cinsel yönelimi değiştirme eforları (SOCE), eşcinsel ya da biseksüel yönelimi heteroseksüelliğe dönüştürmeyi amaçlayan metodlardır.[8] Bu eforlar davranışsal teknikleri (örneğin onarım terapisi), psikoanalitik teknikleri, tıbbi yaklaşımları ve dinsel ve ruhsal yaklaşımları içerebilir. Dünyanın bazı yerlerindeyse “düzeltici tecavüz” (lezbiyen kadınlara heteroseksüelliğe dönmesi için yapılan tecavüz) gibi cinsel şiddetleri içerebilir.[160]
SOCE’nin kişinin cinsel yönelimini değiştirmeyi başarıp başarmadığına dair bilimsel kesinliği gösteren bir araştırma yoktur. SOCE, dini kuruluşların benimsediği değerlerle LGBT hakları kuruluşları, profesyonel ve bilimsel kuruluşlar arasındaki gerginlik yüzünden tartışmalıdır.[8] Davranışsal ve sosyal bilimlerin ve ruh sağlığı uzmanlık alanlarının uzun süredir olan ortak görüşü eşcinsellik ve biseksüelliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğu ve bu yüzden eşcinsellik ve biseksüelliğin bir ruh hastalığı olarak kabul edilmediğidir.[8] Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun açıklaması “Çoğu insan kendi cinsel yönelimlerinde az miktarda tercih hissini deneyimler ya da hiç deneyimlemez.” şeklindedir.[161] Bazı kişiler ve gruplar eşcinselliği gelişimsel bozukluk ya da dini ve ahlaki çöküş olarak tanıtmakta ve psikoterapi ve dini eforları içeren SOCE’nin kişinin eşcinsel hislerini ve davranışlarını değiştirebileceğini iddia etmektedir. Bu kişiler ve grupların birçoğu eşcinselliğin aşağılayıcı, utanç verici bir şey olduğunu desteleyen dini, politik akımlardan olduğu gözlenmektedir.[8]
Hiçbir önemli ruh sağlığı kuruluşu cinsel yönelimi değiştirme eforlarını uygun görmemiş, hemen hemen hepsi cinsel yönelimi değiştirmeyi amaçlayan tedavileri uyaran prensipleri benimsemiştir. Bu kuruluşlarda Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği, Amerika’daki Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu,[162] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği,[163] ve Avustralya Psikologlar Derneği de yer almaktadır.[164] Kraliyet Psikiyatrlar Derneği, ABD’nin Ulusal Araştırma ve Terapi Derneği NARTH gibi kuruluşların bilim tarafından desteklenmemesi ve önerdiği sözde eşcinsellik tedavilerin ön yargı ve ayrımcılığa zemin hazırlaması konusundaki endişelerini Amerikan Psikiyatri Kurumu ve Amerikan Psikologlar Birliği’yle paylaşmıştır.[163][165]
2012’de Pan Amerikan Sağlık Örgütü (Dünya Sağlık Örgütü’nün Kuzey ve Güney Amerikan Kolu) insanların heteroseksüellik haricindeki yönelimlerini “tedavi” etmeyi amaçlayan servislerin tıbbi olarak doğrulanmamış olması ve insanların sağlığı için tehlikeli olması yüzünden uyarı niteleğinde bir açıklama yapmış, uzmanların ortak görüşünün eşcinselliğin insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonu olduğunu ve eşcinselliğin patolojik bir durum olmadığını belirtmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, eşcinsel çocukların kendi istemedikleri halde bu tedavilere gitmeye bazen zorlandıklarını, özgürlüklerinin elinden alındığı ve bazen aylarca izole edildiklerini belirtmiştir. Pan Amerikan Sağlık Örgütü bu tür etik olmayan tedavilerin sağlık hizmetlerinin ve insan haklarının ihlalinden dolayı ihbar edilmesini ve ulusal yönetmelik altında yaptırım uygulanmasını önermiştir.[7]

Cinsel yönelimin esnekliği

Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun açıklamasında “Bazı insanlar cinsel yönelimin doğuştan ve sabit olduğuna inanır ama cinsel yönelim kişinin yaşamı boyunca gelişir.” demiştir.[166] Bağımlılık ve Ruh Sağlığı Merkezi (Centre for Addiction and Mental Health) açıklamasında “Bazı insanların cinsel yönelimi hayatları boyunca sürekli ve sabittir ama başka insanların cinsel yönelimi esnek olabilir ve zaman içinde değişebilir.” demiştir.[167]

Esneklik ve cinsiyet

2004’te yapılan bir araştırma, heteroseksüel ve lezbiyen kadınların erkek-kadın, kadın-kadın, erkek-erkek erotik filmlerini izleyince gösterdikleri cinsel uyarılmaların birbirinden önemli ölçüde farklılık göstermediğini bulmuştur. Ama erkeklerde, heteroseksüel olanlar en çok kadın-kadın erotik filmlerinden uyarılırken eşcinsel olanlar en çok erkek-erkek erotik filmlerinden uyarıldığı gözlenmiştir. Araştırmacılar, kadınların cinsel arzularının erkekler kadar sert bir şekilde özel bir cinsiyete yönelmediği, zaman içinde daha değişmeye eğilimli olduğu sonucunu çıkartmıştır.[168]

Eşcinsel ebeveynlik

Bilimsel araştırmalar gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocukların heteroseksüel çiflerin yetiştirdiği çocuklar kadar uyumlu, kabiliyetli ve psikolojik olarak sağlıklı olduğunu göstermektedir.[169][170][171] Bunun tersini gösteren bilimsel bir kanıt yoktur.[2][172][173][174][175]
Bir araştırmanın sonuçlarında gay ve lezbiyen çiftlerin çocuklarının çoğunluğunun heteroseksüel kimlikli olmasına rağmen kısmen genetik faktörler (Amerika’daki eşcinsel çiftlerin çocuklarının %80’i kendi biyolojik çocuklarıdır.[176]) ve aile sosyalizasyon süreci yüzünden (çocukların daha toleranslı okulda okuması, daha az heteroseksist çevre ve sosyal şartlarda yaşaması) geleneksel olarak cinsiyetlere yüklenen davranışları daha az gösterdiği ve homoerotik birlikteliklere daha açık olmaya eğilimli oldukları öne sürülmüştür.[177] 2005’te Charlotte J. Patterson’ın Amerikan Psikiyatri Kurumu için yaptığı araştırmada gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocuklarda daha yüksek oranda eşcinsellik bulunamamıştır.[178] Başka bir araştırmanın sonuçlarında gay ve lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği çocukların (özellikle lezbiyen çiftlerin yetiştirdiği kızlar) heteroseksüel olmayan kimlikleri daha çok benimsemeye eğilimli oldukları öne sürülmüştür.[179]
Devamı kaynakta

Kaynak:
 https://tr.wikipedia.org/wiki/Eşcinsellik

 ****************************************************************************************



Eşcinsel Bireylerin Yüzleştiği Acilen Değiştirilmesi Gereken 12 Önyargı

-

1. Eşcinsel bir erkek, gördüğü her erkeğe yazar.

Eşcinsel bir erkek, gördüğü her erkeğe yazar.


Hayır, eşcinsel erkeklerin hepsi erkek delisi değildir.  Dışarıdaki herhangi bir insan gibi, ilgisini kim çekiyorsa onunla ilgilenir. Önlerine gelenle birlikte olmak istemez.

2. Eşcinsel bir erkek heteroseksüel bir erkekle arkadaş olamaz.

Eşcinsel bir erkek heteroseksüel bir erkekle arkadaş olamaz.


Hayır, sırf hemcinsine ilgi duyuyor diye kişiliğine, ilgi alanlarına kısacası bir insanı hoşlanılabilir hale getiren şeylerin hiçbirine bakmadan o kişinin üzerine atlayacak diye bir şey yoktur.

3. Aynı şekilde eşcinsel bir kadın da heteroseksüel bir kadınla arkadaş olamaz.

Aynı şekilde eşcinsel bir kadın da heteroseksüel bir kadınla arkadaş olamaz.


Hayır, sırf hemcinsine ilgi duyuyor diye kişiliğine, ilgi alanlarına kısacası bir insanı hoşlanılabilir hale getiren şeylerin hiçbirine bakmadan o kişinin üzerine atlayacak diye bir şey yoktur.

4. Bütün eşcinsel kadınlar kısa saçlı ve erkeksi tavırlıdır.

Bütün eşcinsel kadınlar kısa saçlı ve erkeksi tavırlıdır.


Olmaları gerekmiyor ama olsalar bile, kimin umurunda?

5. Eşcinsel bir erkek kadın gibi davranır, deyim yerindeyse “oynak”tır.

 

Söz konusu insan cinsiyetiyken kadınla erkeği birbirinden hiçbir zaman tam olarak ayıramayız. Hepimiz DNA’mızda ve hamurumuzda karşı cinsimizden birer parça bulundururuz. Hani derler ya, fıtratımızda var. Yani toplum rollerinden arındığımızda aramızda böylesine ince bir çizgi varken, bir erkeğe kadına dair sıfatlar takılarak aşağılamak da komiklikten başka bir şey değil.

6. Eşcinsel insanlar aşk yaşayamazlar, sadece cinsellik düşünürler.

Eşcinsel insanlar aşk yaşayamazlar, sadece cinsellik düşünürler.


İlk buluşmada birbirlerinin üzerlerine atlarlar, bütün olayları cinsellikten ibarettir gibisinden saçmalıklar.

7. Eşcinsel insanlar aile kuramazlar.

Eşcinsel insanlar aile kuramazlar.


İnsanın yaradılış amacını ve cinselliği üreme güdüsünden ibaret görecek olursak, eşcinsel bireylerin çocuk yapamayacakları aşikar. Ama aile kurmak için sadece bu mu gerekli diye sormalıyız kendimize o zaman.

8. Eşcinsel kadınlar erkeklerden nefret ederler, kadın hükümdarlığında bir dünya düşlerler.

Eşcinsel kadınlar erkeklerden nefret ederler, kadın hükümdarlığında bir dünya düşlerler.


Türü türe düşman edecek önyargılardan bir tanesidir bu da. Sırf bir kadın başka bir kadından hoşlanıyor diye onu feminazi yaparak erkek düşmanı gibi göstermeye gerek yok.

9. Eşcinsel insanlar hastadır, tedavi edilmeleri gerekir.

Eşcinsel insanlar hastadır, tedavi edilmeleri gerekir.


Eşcinsellik 1993 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından “hastalık” sınıfından kaldırıldı. Amerikalıların paranoyadan deliye dönerek AIDS hastalığının eşcinsel ilişkiyle bulaştığı fikrini yaymalarıyla başlayan bu “eşcinsellik hastalıktır” akımı, bilinmezin verdiği korkudan başka bir şey değil.

10. Eşcinsel erkek “erkek” değildir.

Eşcinsel erkek “erkek” değildir.


“Erkekler ağlamaz” gibi bir anlayışın hüküm sürdüğü ülkemizde sırf hareketleri kabadayılık, despotluk ve maçoluktan ibaret değil diye erkeklerin cinsiyetsiz olarak sınıflandırılması da acilen düzeltilmesi gereken bir önyargı. Toplumsal cinsiyetçiliğin getirdiği dar fikirlilik ve toplumun sanki iyi insanlar ve kötü insanlar arasında ikiye ayrılması düşüncesi, erkeğin ve kadının toplumca belirlenmiş rolleri ve normları, bir ağacın budamamız gereken dallarıdır.

11. Heteroseksüel toplum normal, eşcinsel bireyler anormaldir.

Heteroseksüel toplum normal, eşcinsel bireyler anormaldir.


Toplum, içindeki bireyleri yansıtan bir yapı değil de, o bireylerin kolektif bilincini sömürmeye başladığı anda, kaos doğar. Çoğunlukçu ve köktenci bir anlayışla sırf toplumun onayını alma umuduyla girişilen bu “kim normal, kim değil” sorunsalı, nabza şerbet vermekten de başka bir amaç taşımıyor.

12. Eşcinsel bir kişi eğer isterse heteroseksüel olabilir.

Eşcinsel bir kişi eğer isterse heteroseksüel olabilir.


Mağazadan alıp üzerimize olmayan pantolonu değiştirmiyoruz sevgili okuyucu. Kimliğimizi belirliyoruz.

13. Bonus: Bi’ şey yapmalı!

Bonus: Bi’ şey yapmalı!


LGBT hareketine destek veren bir hükümetimiz olmadığı gibi, LGBT destekçisi bir halkımız da yok. Bu sebeple her taraftan kuşatılmış olan LGBT bireylere, bireylerden gelen destek hayati önem taşıyor. İşe eşcinselliğin ne olup ne olmadığını araştırarak başlayabilir, Onur Yürüyüşü (Pride) gibi etkinliklere katılabilirsiniz. En nihayetinde tek önemli olan bilinç kazanmak ve kazandırmak.

Kaynak:
http://onedio.com

 ****************************************************************************************



Kaynak:


 ****************************************************************************************


Kaynak:


 ****************************************************************************************

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder